Selçuklu Türklerinde dini ve milli birliğin muhafazasında Osmanlı devletinin kuruluşunda ve Osmanlı insanının yetişmesi ve terbiyesinde büyük hizmetler gören içtimai bir teşkilattır. Arapça "kardeşim" manasına gelen ahi ile Türkçe "cömert, eli açık" manasında olan akı kelimeleriyle yakınlık göstermekteyse de hangisinden geldiği belli değildir. ahilik 13.yy.da Anadolu'da yaşayan Türklerin esnaf ve sanatkarlarının birliğini çalışma esas ve usullerini teşkil eden sosyo-ekonomik bir Türk kurumudur. Anadolu'da Ahilik, Ahi Evran (1171-1262) tarafından kurulmuştur. Anadolu Selçukluları'ndan Osmanlı İmparatorluğu'na geçiş sürecinde Ahilik son derece önemli bir rol oynamış, sanat ve meslek yönüyle toplumun ekonomik yapısını hazırlarken, ahlaki yönüyle de devlet yapısının temel niteliklerini belirlemiştir. Osmanlı hükümdarlarından Orhan Gazi ve oğlu 1. Murat, Ahi ocaklarında kuşak kuşanarak ahi olmuşlardır. Ahilik, akıl, ahlâk, çalışma, bilim, devlet ve eğitimi temel alır.
Ahilik mesleki ve ahlaki bir kuruluştur. Anlam itibarıyla küçük esnaf ve çırakları içine alan, mesleki doğruluk-dürüstlük prensiplerine uygun olarak çalışılmasını ayrıca eğitim görmelerini hedefleyen bir teşkilattır. Zengin ile fakirin, üretici ile tüketicinin, emek ile sermayenin, millet ile devletin kısaca toplumun bütün fert ve kurumlarının arasında iyi münasebetler kurarak herkesin huzur içinde yaşamasını sağlamak başlıca amacı olmuştur. Ahiliğe giriş için girecek kişinin teşkilat içerisinden bir kişi tarafından önerilmesi gerekir. Küçültücü işlerle uğraşanlar, çevresinde olumsuz özellikleriyle tanınanlar, örgüte kötü söz getirebileceği düşünülenler Ahi olamazlar. Örneğin insan öldürenler, hayvan öldürenler, yani kasaplar, hırsızlar, zina ettiği kanıtlananlar Ahilik teşkilatına alınmazlar. Ahiliğe giriş özel bir törenle gerçekleşir. Törende Ahi adayına şed kuşatılır ve tüm insanlara karşı sevgi dolu, saygılı olması, doğruluktan ayrılmaması istenir. Dinsizler Ahi olamazlar ama bağnazların da Ahilerin arasında işi yoktur. Ahiliğe girişten sonra bilgi edinme, sabır, ruhun arındırılması, sadakat, dostluk, hoşgörü gibi özelliklerin kazandırıldığı aşamalardan geçilir. Bu güzel özelliklere sahip olma yanında tüm üyelerin uyması şart olan altı temel ilke bulunur. Bunlar: 1-Elini açık tutmak, 2-Sofrasını açık tutmak, 3-Kapısını açık tutmak, 4-Gözünü bağlı tutmak, 5-Beline sahip olmak, 6-Diline sahip olmaktır.
Ahilik bir meslek teşkilatı olmasından dolayı belli ahlak kurallarına sahiptir.Bu kuralları şöyle sıralayabiliriz:
Doğruluktan ayrılmamak, Cömert olmak, Alçak gönüllü olmak, İyi huylarını geliştirmek, Kendisini halkına adamak, yani vatansever olmak, Misafirleri sevmek, İnsanları nasihat ederek iyi yola yöneltmek, Dindar olmak ama softa olmamak, Utanma duygusuna sahip olmak, Yalan söylememek, Dedikodu yapmamak, Kusur aramamak, aksine kusurları örtmek, İçki içmemek, Zina yapmamak, Kin ve düşmanlık beslememek, Nefsine hakim olma, Eline, beline, diline sahip olmak.
AHİLİK NASİTAHI;
1-Harama bakma, haram yeme, haram içme 2-Doğru, sabırlı, dayanıklı ol 3-Yalan söyleme 4-Büyüklerinden önce söze başlama 5-Kimseyi kandırma 6-Kanaatkar ol 7-Dünya malına tamah etme 8-Yanlış ölçme,eksik tartma 9-Kuvvetli ve üstün durumda iken affedici, hiddetli iken yumuşak davranmayı bil 10-Kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol
AHİ BİRLİKLERİNİN KURULUŞU |
|
|
Ahi birlikleri her kurum gibi, belli ihtiyaçları karşılamak gayesi ile kurulmuşlardır. Bu teşkilatın hangi ihtiyacı karşılamak amacıyla kurulduğunu anlamak için Ahi birliklerinin kuruluş dönemi olan Selçuklu dönemi Anadolu' sunun bazı sosyal yapı özelliklerini bilmek gerekir. İslam dininin Türkler tarafından kabulü dünya tarihinin en önemli hadiselerinden biridir. 940 yılında Karahanlı Devletinin Hakanı Satuk Buğra Han, müslüman olup, İslamiyet'i Resmi din olarak kabul ettikten sonra; 960 yılına kadar tüm boyları müslüman oldular. X. Yüzyılda Türk boyları arasında iktidar olan Selçuklular Türk-İslam sentezi ile başlayan fetihler sonunda kitleler halinde Anadolu' ya geldiler. Anadolu' ya gelen Müslüman Türkler, bu toprakları kendilerine ebedi vatan yapmak için, buraya sadece siyasi hakimiyeti değil, kendi sosyal yapılarını da getiriyorlardı. Selçuklu Sultanları Anadolu' da yeni bir bölgeyi fethettikleri zaman ilk iş olarak orada camii, medrese ve zaviyeler inşa ediliyorlardı. Bu bölgelere sanat ve ticaret erbabı yerleştiriyorlardı. Anadolu' ya gelen Türklerin çoğunluğu yerleşik hayat tarzına yabancıydı. Bunlar şehirlerde yaşayanları hor görürler ve onlara " Tembel " anlamına gelen "Yatuk" derlerdi. İslami hayat tarzına uyum sağlamak amacıyla hazırlanan köylerin yanı sıra, Anadolu'daki eski yerleşme birimleri olan kasaba ve şehirlere de yerleştirilen Türkler, buralarda yerleşik hayat değerleri ile yüz yüze gelmişlerdir. İslamiyet' i bir inanç olarak kolaylıkla benimsemiş olan Türkler, Onun yerleşik hayat değerleri ile ilgili yönüyle Anadolu'da karşılaşmışlardı. Anadolu'ya gelen Türk kitlelerinin aşiret yapılarının zayıflamış olması, bu kitleler için yerleşik hayat tarzını bir mecburiyet haline getirmiştir. Bu şartlar altında Anadolu'ya gelen göçebe Türk kitleleri, zayıflayan aşiret yapılarının yerine geçecek bir teşkilatlanmaya zorlanmışlardır. Türklerin kitle halinde yerleşik hayat tarzına geçmesi ekonomik yapı da önemli değişikliklere yol açtı. Yeni hayat tarzında tarımın yanı sıra, esnaf ve sanatkarların da önemli bir yeri vardı. Ancak, Türkler Anadolu'daki şehirlere yerleşirken bu bölgede el sanatları ve ticaret özellikle Bizans'ın geliştirdiği loncalara bağlı Rum ve Ermenilerin tekelindeydi. Asya'dan gelme sanatkar ve tüccar Türklerin, yerli tüccar ve sanatkarlar karşısında tutunabilmeleri, onlarla yarışabilmeleri, ancak aralarında bir teşkilat kurarak dayanışma sağlamaları, bu yolla iyi, sağlam ve standart mal yapıp satmaları ile mümkün olabilirdi ki, Ahi birlikleri bu şartların tabi sonucu olarak ortaya çıkmıştır. ( Poyraz, 1993, s.140,141 ). İlk Ahi Birlikleri, yüksek ahlak değerlerine sahip zengin ve güçlü bir lider çevresinde toplanmış silahlı halk gruplarından oluşmaktadır. Bu gruplar zengin Ahi liderinin kurmuş olduğu ve finans ettiği zaviyelerde toplanmakta, orada ortaklaşa bir hayat yaşamaktadırlar. Adeta bir karargah görünümü taşıyan bu ilk Ahi zaviyeleri, aynı zamanda gelip giden konukların ağırlandığı, büyük şölenlerin verildiği, müzikli-sazlı sözlü-toplantıların yapıldığı yerler olduğundan ulusal kültürün oluşmasında büyük bir önem taşıyorlardı. Öyle ki bu zaviyeler kuruluşlarından kısa bir süre sonra, büyük halk çoğunluğunu etkileyen birer "Ahlak mektebi" haline gelmişlerdir. Resmi devlet organizasyonunun dışında ortaya çıkan ve gelişen bu ilk Ahi birlikleri Türk geleneklerinden kaynak almaktadırlar. Ahi örgütünün Anadolu'da yerleştirilip yaygınlaştırılmasıyla şu sonuçlar elde edildi : 1-Göçebelikten yerleşikliğe geçiş yani Türk şehirleşmeciliği çok hızlandı. 2-XIII. yüzyılın ikinci yarısı başlarına dek büyük bir çoğunlukla, Türk olmayan yerli halkın elinde ve tekelinde bulunan sanat ve ticaret işyerlerine Türkler de sahip olmaya, katılmaya, ona canlılık vermeye başladılar. 3-Türk esnaf ve sanatkarları, aralarında sağladıkları karşılıklı dayanışma ve güven sayesinde, bölgede imtiyazlı bir duruma geçti ve bunlar, yavaş yavaş şehir ekonomisinde söz sahibi oldular.
Ahiliğin Sınıflandırılması: a-Yiğitler :Bunlar en alt sınıflar. b-Ahiler :Bunlar altı bölük idiler. İlk üç bölüğe " Ashab-ı tarıyk " yani yola girmiş kişiler, 4, 5 ve 6. bölüklere de " Nakipler " denirdi. c-Halifeler :Bunlar sahib-i seccade değillerdi yani bağımsız olarak kendiliklerin- den bir işe girişemezlerdi. d-Şeyhler :Bunlar, kendilerinden önceki yedi bölüğün başkanıdırlar. e-Şeyh ül-Meşayihler :Bunlar, şeyhlerin de başkanıdırlar. Bu Ahi Baba' dır. Zaviyeyi yaptıran ya da onun soyundan gelenlerden olmalıdır. Yiğitlerin, zaviyelerde düzenli bir kontrol altında bulundurulmaları ve güvenilir kişiler yönetiminde eğitilmeleri gerekirdi. Fütüvvetnamelerde görüldüğü üzere, her çırak yiğitin iki " yol kardeşi", bir " yol atası", bir "üstad" ı, yani sanat öğretmeni, bir de "piri" vardır.
Ahi olan kişinini üç şeyi hep açık, başka üç şeyi de hep kapalı olmalıdır. Açık olması gerekenler:
1-Ahinin eli açık olmalı : Yoksullara, düşkünlere yardım etmek için.
2-Kapısı açık olacak : Konuk olmak ya da ondan bir şey istemeye gelenler için.
3-Sofrası açık olacak : Yoksullara, düşkünlere, konuklara yemek yedirmek, açları doyurmak için.
Kapalı olacaklar da üçtür : 1-Gözü bağlı olmalı : Kimsenin ayıbını görmemek, kimseye kötü gözle bakmamak için. 2-Beli bağlı olmalı : Kimsenin ırzına, namusuna, haysiyet ve onuruna kötülük etmemek için. 3-Dili bağlı olmalı : Kimseye kötü söylememek, kimse hakkında iftira etmemek, münafıklık, koğuculuk yapmamak için. (Çağatay, Tesk. Yn.40,s.9-10-12-13).
Ahilerin Giysileri : Bunların giysileri de ayrıydı. Ahi örgütünün ve üyelerinin yaşam anlayışı, tasavvufçuların yaşam anlayışından çok daha değişikti. Tasavvuf yolunu tutmuş olan kişiler, dünya dışında, başka bir havada yaşamak istedikleri halde Ahiler, toplum içinde ve hayatın akışına uyarak yaşarlardı. Ahiler, sanat ya da mesleklerini toplum içinde ve toplum için sürdürdüklerine göre başka türlüsü de olamazdı. Bu tür anlayış, doğal olarak Ahi giysilerine de yansımıştır. Örneğin kendini tasavvufa verenlerin hırka giymelerine karşın Ahiler, şalvar giyerler, meslek ya da sanat sahipleri "şed" yani kuşak ya da peştamal kuşanırlardı.
Ahi gençlerinin üzerlerinde şalvardan başka, aba'dan bir giysi, ayaklarında mes vardı. Bunlar, bellerine kemer bağlarlar, bu kemere de bir metre kadar uzunlukta bir saldırma yani bir tür kılınç asarlardı. Başlarında yine bir metre kadar uzunlukta, iki parmak eninde bir "taylasan" yani başa sarılan şal gibi sarık vardı. Fütüvvetnamelerde ahilerin ipek giysi giymemeleri, altın yüzük takmamaları yazılıdır. Ahilerin sarığı yedi ya da dokuz arşındı. Ahilerin silahla askerlik eğitimi gören üyeleri, o dönemin biçimine uygun giysiler giyerlerdi. Ahilerin katında sarı ve kırmızı renk beğenilmezdi. Fütüvvetnamelerde " Hiçbir peygamber kızıl ve sarı ton (renk) giymezdi. Bunlar fir'avn-i lain donudur. " denmektedir. Gök, ak, kara ve yeşil renkler, Ahiler tarafından beğenilen renklerdi. Yeşil renk, Ahilerde müderrislere, kadı ve hükümdar sınıflarına özgü idi. Ak renk, Ahilerin kalem erbabına, hafızlara özgü idi. Kara renk, daha ahilik basamağına gelmemiş kişilere yani yiğitlere özgü idi. Ahilerde her tür esnafın bir davulu, bir sancağı ve bir borusu vardı, bunlar giyinişleri, görünüşleri ve silahlarının güzelliği ile övünür ve birbirleriyle yarış ederlerdi.
AHİ BİRLİKLERİNİN YAPISI-FAALİYETLERİ |
|
|
Ahi Birliklerinin Yapısı: Ahiliğin asıl amacı, insanların dünya ve ahirette huzur içinde olmalarını sağlamaktır. Bu anlayış ahilerin dünya için ahiretini, ahiret için de dünyasını terk etmeyen dengeli bir hayat anlayışı geliştirmesini sağlamıştır. Ahiler çatışmacı değil, dayanışmacı bir ruh yapısına sahiptirler. Zengin ile fakir, üretici ile tüketici, emek ile sermaye, millet ile devlet kısaca toplumun bütün fert ve kurumları arasında iyi münasebetler kurarak herkesin huzur içinde yaşamasını sağlamak Ahi Birliklerinin başta gelen amacıdır. Ahilik, güçlünün zayıfı ezmesine, haksız kazanç sağlanmasına şiddetle karşı çıkar. İnsanların birbirlerini kardeşçe sevmelerini sağlayan ortamın hazırlanmasını sağlamak için kurulmuş köklü bir teşkilattır. Ahilik esas itibarı ile esnaf arasında benimsenmiştir. Ahilik denilince esnaf, esnaf denilince de ahilik akla gelir. El işçiliği, sahibinin saygın ve vurgun peşinde koşturmadığı, dilencilikle yüzünü yere getirmediği, ifrattan ve tefritten uzak tuttuğu için ahilikçe en övünmeye değer geçim yolu kabul edilmiş ve bir işi olan, fütüvvetnamelerde yazılı kaidelere uymayı kabul eden herkesi bünyesine toplamıştır. Ahi birlikleri, başlangıçta debbağ, saraç ve kunduracıları kapsayan bir teşkilat olarak ortaya çıkmış, gelişerek bütün esnafı ve üye olmak isteyenleri bünyesinde toplayan çok yönlü sosyal bir kuruluş haline gelmiştir. Yerleşim birimlerinde her sanat kolu için ayrı birlikler kurulmuştur. Bu birlikler arasındaki münasebetleri büyük meclis sağlardı. Ülke sathında esnaf birlikleri Kırşehir de bulunan Ahi Evran Zaviyesine bağlıydılar. Bu zaviyenin başında bulunan Ahi baba, bütün sanatkarların piri kabul edilen Ahi Evran Veli nin halifesiydi ve bütün esnaf birlikleri ona bağlıydı.
Zaviyeler çok yönlü ihtiyaçlar göz önüne alınarak yapılırdı. Gelen misafirlerin rahat edebileceği ve binek hayvanların barındırılabileceği şekilde olurdu. Genellikle her esnafın adı ile anılan bir çarşısı vardı. Her esnafın kendine has bir sancağı ve birde alemdarı vardı. Genel olarak bu sancak yeşil atlastan olur. Üzerinde ayetler yazılır. Kırmızı-beyaz ipekten bir kordonun ucunda o esnafın alameti, amblemi bulunurdu. Ahilik, insanları renklerine, dillerine, mesleklerine, servetlerine, şöhretlerine ve mevkilerine göre ayırım yapmayan bir düşünce sistemidir. Bir gencin ahiliğe kabulüne çok önem verilirdi. Ancak fütüvvetnamelerde yazılı ahlak kaidelerine uymayan işleri yapanlarla birlikte, bir kısım meslek mensubunun da teşkilata alınmadığı bilinmektedir. Teşkilata giremeyecek olanlar; kafirler, münafıklar, iftiracılar, falcılar, müneccimler, şarap içenler, tellaklar, tellallar, çulhalar, kasaplar, cerrahlar, avcılar, madrabazlar, ameldarlardır. Her Ahi birliğin, orta sandığı, esnaf vakfı, esnaf kesesi veya esnaf sandığı denilen bir karşılıklı yardımlaşma ve sosyal güvenlik sandığı vardı. Teşkilat bu yardım sandığı vasıtasıyla üyelerine sosyal güvenlik sağlar, onları tefecilerden korur ve hammadde temin ederdi. Ahi birlikleri bir başkan ile beş kişilik yönetim kurulu tarafından yönetilirdi.Esnaf şeyhi adı verilen Ahi birliği başkanlarının teşkilat içinde çok önemli yeri ve görevi vardır. Geniş yetki ve sorumlulukları olan bir başkanlık statüsünün Ahi birliklerinde meydana gelmiş olmasında eski Türk geleneklerinin önemli yeri vardır. Esnaf şeyhinin; esnafın mesleki problemlerini halletmek, esnaf orta sandığı idare etmek, usta, kalfa, çırak ve yamak törenleri düzenlemek, esnafı toplantıya çağırmak gibi birçok görevleri vardır. Ahi birliklerinin yönetiminde görev alanlar seçimle işbaşına gelirlerdi. Seçimlere katılacak olanlarda o görevin gerektirdiği vasıfların dışında başka şartlar aranmaz, idari görevler belirli grupların tekeline verilmezdi. Esnaf kolu yöneticilerinin seçimlerinde yalnız o meslekteki ustaların oy hakkı vardı. Ustalar, esnaf şeyhi ile yönetim kurulu üyelerinin seçimleri için ayrı ayrı oy kullanırdı. Yani, esnaf şeyhi ile yönetim kurulu üyelerinin seçimi ayrı ayrı yapılırdı. Ahi birliklerinde kurulan denetim ve ceza sistemi ile üyelerin meslek ahlakına uygun tutum ve davranış içinde bulunup, bulunmadıkları, teşkilat idarecileri tarafından sıkı bir şekilde denetlenir, kaidelere aykırı hareket edenler, kendilerine ders ve etrafa ibret olacak şekilde cezalandırılırdı.
Ahi Birliklerinin Faaliyetleri: Ahi birlikleri, iş hayatında en dürüst, cemiyette en edepli, siyasette en faziletli, savaşta en cesur, zaviyede ise en mütevazi olmayı gaye edinmişlerdi. Siyasi ve askeri faaliyetleri ile her zaman devletin yanında olmuşlardı. Ahilerin ahlak kaideleri siyasi amaçlarla toplumun huzurunu bozacak hareketlere girişmelerine mani olmuştur. İç karışıklıkta ve düşmana karşı her zaman devletin yanında yer alarak devlet ve dinin " Ebed-müddet" kabul etmişlerdir. Güçlü bir teşkilat yapısına sahip olan ahiler hiçbir zaman beylik kurmayı düşünmemişler, devletin zayıf olduğu zamanlarda dahi isyan etmemişlerdir.
Her yerde teşkilatı olan ahi birlikleri savaş zamanında ordunun ihtiyaçlarını karşılamışlardır.Türklerin Anadolu topraklarına geldiklerinde, buradaki el sanatları özellikle Bizans'ın geliştirdiği loncalara bağlı Rum ve Ermeni ustaların elindeydi. Siyasi hakimiyetin pekiştirilmesi, bu toprakların Türkleştirilmesi ve islamlaştırılması için ekonomik faaliyetlerin de Müslüman Türklerin denetimi ve insiyatifi altında bulunmasını gerektiriyordu. Bu amaçla Anadolu'da yeni alınan şehirlere gelen ve evvelki zanaatlarını işlemek üzere esnaflığa başlayan Türklerin, mevcut adet gereğince, derhal Ahi teşkilatını kurmaları ve böylece her zanaat şubesinin başına bir Ahi Şeyhi veya Ahi Kethüda geçirmeleri icap ediyordu. Bu hal, bütün Osmanlı şehirlerindeki her türlü ticari faaliyetin Rumlardan Türklere geçmesini zaruri kılmıştır.
Materyalist dünya görüşünü reddeden Ahilik, hem dünya hem de ahireti birlikte düşünen bir felsefeye sahiptir. Ahilikte mal, servet ve sadece kazanç için çalışmak hiçbir zaman kendi başına bir anlam taşımaz. Bunlar, ancak kendinden üstün bir gayenin gerçekleşmesine vasıta oldukları takdirde bir değer ifade ederler. Para kazanmayı gaye haline getirmek Ahilik düşüncesine terstir. Çünkü, vasıta olan para, gaye haline gelirse, gaye olan ahlaki değerler de vasıta haline gelir ki, bu son derece ahlaksız bir dünya görüşünün temeli olur.
Ahiler çalışmayı ibadet saymışlardır. Onun için ahilerin iş yerleri, onların ibadet yeri olarak bilinir. Ahilikte esas olan helal kazançtır. Ahiler,kendi ve yakınlarını geçindirecek insaflı ve dürüst ticarete karşı değildir. Ama, mal biriktirme ve yağma peşinde koşan, haris ve istismarcı ticarete karşıdır. Kolay kazanç, ahi ahlaki yönünden makbul değildir. Kazanç meşakkatli olacak, güç olacak, alın teri ve emek karşılığında elde edilecektir. Ahilikte sosyal yardım ve dayanışma prensibi ahi birliklerinin ekonomik faaliyetlerini belirleyen unsurlardan biri olmuştur. Eğitimin bir devlet görevi olarak kabul edilmediği bir dönemde, tarikat yönü de bulunan Ahi Birliklerinin amaçlarını gerçekleştirebilmek için mensuplarının eğitimlerini sağlamaları şarttır. Çünkü, tarikata girebilmek için az çok eğitim görmek gerekiyordu. Ahi birlikleri eğitim faaliyetlerini İslam dininin esaslarına göre düzenlemişlerdir.Ahi Birlikleri Eğitim Sisteminde; -İnsan bir bütün olarak ele alınır.Mesleki, dini ve içtimai bilgi aynı anda verilir. -İş başında yapılan eğitimin, iş dışında yapılan eğitimle bütünleşmesi sağlanır. -Eğitimi ömür boyu süren bir faaliyet olarak görülür. -Derslerin yetkili kişiler tarafından verilmesi esastır. -Eğitimden herkes ücretsiz olarak faydalanır. ( Poyraz, 1996,s.142,143).
Ahilikte Törenler: İki yıl ücretsiz olarak bir ustanın yanında yamaklık eden çocuklar, özel bir törenle çıraklığa yükseltilirlerdi. Yapılacak bu törene, çırağın babası – velisi, ustası, kalfaları, sabah namazını müteakip esnaf başkanının dükkanında bir araya gelirlerdi. Ustası çırağının kabiliyeti ve işine bağlılığı hakkında açıklamalarda bulunduktan sonra velisi de esnaf vakfına bakır bir " Kap" hediye ederdi. Bundan sonra, esnaf başkanı çırağın sırtını sıvazlayarak işine devam etmesini, ibadetini yapmasını, ustasına, kalfalarına ve ailesine itaat etmesi ve yalandan kaçınması v.s. konularda bir takım tavsiyelerde bulunduktan sonra, kendisine usta ücreti tayin ederdi. Hak ettiği bu ücretin iki haftalığı, ustası tarafından Esnaf Vakıf Sandığına "Terfii Harcı" olarak yatırılırdı. Böylece bir usta yanında çalışarak iki yılını dolduran genç özel törenle çıraklığa terfi ettirilmiş oluyordu.
Çırak merasimi ile çırak olan genç, ustasının yanında çıraklık süresi olarak kabul edilen 1001 günü geçirerek "çömezlik-yamaklık" müddetini doldurmaktadır. Ancak, kuyumculuk gibi çok hüner isteyen mesleklerde ise, bu sürenin 20 yıla kadar çıktığı görülmektedir. Ahilikte, ikinci rütbe olan "kalfalık" süresi 6 aydır. Çıraklar, çıraklık süresini tamamlayıp kalfalığa yükselebilecek bilgiye sahip olduklarında usta ve kalfasının yardımıyla başarılı bir sınavla kalfalığa yükselirlerdi. Ancak, kalfalar vakti gelince iş kurmaya yeter parayı temin edemedikleri için bu süre çok kere uzayabilmektedir. Arada bir de olsa, bu gibi kalfalar, ustaları veya cemiyetin önde gelenleri, özellikle yiğit başıları tarafından yardım yapılmak suretiyle vaktinde kalfalık derecesini elde edebilmektedirler. Ehliyet derecelerinden birinden diğerine geçiş törenlerle olurdu. Bu törenlerde derece değiştiren kimselere "tuzlu su içirmek, peştamal kuşatmak" adetti. Bu tür törenler, eğitici ve birleştirici fonksiyonuna inanıldığı için yüzyıllar boyu sürdürülmüşlerdir. Peştamal kuşatma ve tuz geleneği törenlerin vazgeçilmez simgesidir. Çıraklık süresini dolduran gencin yeterli bilgi ve meslekte yetişip ahlaki yönden olgunlaştığı, ustası tarafından teşkilata bildirilirdi. Sonra esnaf yönetim kurulunca kalfalık tören günü tespit edilirdi. Merasimin yeri, esnaf odası, mescit ya da camii olarak belirlenirdi. Toplantıya esnaf yönetim kurulu üyeleri ile adayın ustası ve kalfalarıyla o mesleğin ustaları katılırdı. Özel elbisesiyle toplantıya katılan kalfa adayının ustası, kalfasının iyi ahlakı ve yeteneğinden bahseder ve buna esnaftan üç usta da şahitlik ederdi. Ardından bir hoca "aşır" okur, dua ve fatiha'dan sonra esnaf başkanı kalfa adayını karşısına alarak kendisine bir takım nasihatlarda bulunurdu. Burada örnek olarak verilen çırak çıkarma töreninde, şeyhi genç terziye bir makas arşın ve iplik geçirilmiş bir de iğne vererek şu şekilde nasihatta bulunurdu. "Oğlum, bundan sonra verdiğim bu aletlerle helal işler gör. Haramdan kaçın, kimsenin malına göz dikme. Gerçeği söylemekte bu makas gibi keskin ol. Seni gerçeğe gitmekte alıkoyan engeli bu makasla kes, bu arşın Hak Taalanın zatına işarettir. Yani Allah'ı her yerde hazır ve nazır bilip ona göre dirlik et. Arşını eline aldıkça sırat-ı müstakimi an. Kanun ve töre dışına çıkma. Namahreme bakma ve dünyaya fazla bağlanma." Bu ve buna benzer nasihatlardan sonra esnaf başkanı, besmele ile kalfa adayının beline peştemalı (şedd) kuşatırdı. Bu merasimden sonra kalfa, önce esnaf başkanından başlayarak orada hazır bulunanların ellerini öperdi. Kalfanın babası-velisi de, esnaf vakfına bakırdan bir kap hediye ederdi. Bu törenden sonra çırak kalfalığa yükseltilmiş olurdu. Üç yıl kalfa olarak çalışıp kendisine verilen görevleri hakkıyla yerine getiren, çırakları yetiştirmede titiz davranabilen, diğer kalfalarla iyi geçinen, dükkan açabilecek duruma gelenler ustalığa yükseltilirdi. Kalfalıktan ustalığa yükselmek isteyen bir kimse, kendi yaptığı bir eserini takdim etmek mecburiyetindeydi. Şayet onun bu eseri kabul edilirse, kalfa merasimle peştamal kuşandıktan sonra artık usta sayılırdı.
Ancak, ustasının merasimden önce durumu yiğit başına bildirmesi gerekirdi. Sonra idare kurulunda usta adayının durumu görüşülüp kendisine gerekli hazırlığı yapması için bilgi verilirdi. Usta adayı, hazırlıklarını ( alet, işyeri, çırak, kalfa temini gibi ) tamamladıktan sonra tören için gün alınırdı. Törene, Ahi Baba vekilinin köşkünde, esnaftan ustalar, esnaf başkanları, müftü, kadı, caminin imamı ve hatipleri davet edilirdi. Hatta Kırşehir'deki bu şenliğe Ahi Evran türbesinin şeyhi de çağrılırdı. Ustası, yeni ustadan helallik istedikten sonra onun sırtını sıvazlayarak şöyle derdi :
"Taşı tut altın olsun. Allah seni iki cihanda aziz etsin Tuttuğun işten hayır gör. Erenler pirler hep yardımcın olsun. Allah rızkını bol etsin,yoksulluk göstermesin. Sıkıntı çektirmesin. Bilginlerin dediklerini,esnaf başkanlarının, Nasihatlarını,benim sözlerimi tutmazsan, Ana,baba,öğretmen,usta hakkına riayet etmezsen, Halka zulüm edersen,kafir ve yetim hakkı yersen, Hülasa Allah'ın yasaklarından sakınmazsan, Yirmi tırnağın ahirette boynuna çengel olsun." Usta bundan sonra,kalfanın belindeki kalfalık peştamalını çıkararak,yerine kendi eliyle ona ustalık peştamalını kuşatırdı. Ardından dua edildikten sonra yeni usta oradakilerin elini öperdi.
AHİ BİRLİKLERİNİN ÇÖZÜLÜŞÜ |
|
|
Ahi birliklerince geliştiren üretim organizasyonu aynı zamanda bir takım bozucu etkilerle karşı karşıya kalmıştır. Ahi birlikleri XVII. Yüzyıldan itibaren yavaş yavaş çözülmeye başlamaktadır. Bu çözülmenin çeşitli nedenlerini iç ve dış olmak üzere iki grupta toplayabiliriz.
Dış nedenlerin başında gelişen batı sanayisinin Anadolu pazarlarını işgali gelmektedir. Bu dönemde ortaya çıkan merkantilizme bağlı sermaye hareketi Batıda kısa zamanda üretimin gelişmesine yol açmıştır. Dışardan daha çok hammadde almak ve dışarıya mümkün olduğu kadar mamul madde satmak olarak özetleyebileceğimiz merkantil politikadan dolayı batı Avrupa sanayii, çeşitli pazarlara ve bu arada Anadolu'ya yönelmektedir. Bu durum karşısında Osmanlı Devletinin bir takım engelleyici tedbirler almak yerine, yabancı tüccarlara kapitülasyon adı altında imtiyazlar tanıması ve giderek bu imtiyazları genişletmesi Ahi birliklerinin çözülüşünü hazırlayan nedenlerin en önemlisi sayılabilir. Ahi birliklerinin çözülüşünü hazırlayan iç nedenlere gelince; yerli üretimin batı sanayii karşısında gerilemeye başladığı dönemlerde ortaya çıkan kargaşalıktan yararlanmak amacıyla, sanayi alanına bazı katılmalar olmuştur. XVI. Yüzyılın sonlarından itibaren esnaf arasına Osmanlı toplum yapısı içerisindeki yerleri bakımından biri esnafın üstünde, diğeri de dışında bulunan zümrelerden olmak üzere iki ayrı grup katılmaktadır. Bu gruplardan ilki müteşebbis-sermayedar sınıf, ikincisi de köyden şehre göçenlerle bu alan ordudan katılanları içine almaktadır. Müteşebbis-sermayedar sınıfın sanayi alanına yönelmesi ile Ahi birliklerinde sermaye emek bütünlüğü parçalanmıştır. İhtiyaçların fonksiyonu durumunda olan üretim ticaretin fonksiyonu haline gelmektedir. Bir malın mümkün olduğu kadar ucuza yapılıp, yine mümkün olduğu kadar pahalıya satılması amacına bağlı bu müteşebbis sermayedar zümrenin üretim sürecine katılmasıyla Ahi birlikleri organizasyonu temelinde değişmektedir. Bu değişmeye bağlı olarak imalatın belli standartlara uygunluğu kuralı, maliyetin asgariye indirilmesi kuralına; eşyanın narh fiyatlarına göre satılması kuralı ise satışta en yüksek karın elde edilmesi kuralına yerlerini bırakır. Ticaret ve sanayi alanına dışardan katılmak suretiyle Ahi birliklerinin çözülmesini sağlayan ikinci grup ise köylülerle askerlerden oluşmaktadır. Üretim ve üretici arasına girmiş olan sermayeci sınıflar, bu köylü gruplarını kullanmıştır. XVI. Yüzyıldan itibaren savaş gelirlerinin kesilmesi çeşitli rant kaynaklarının verimsiz hale gelmesi ve batının merkantilist ekonomi politikası sonucu Osmanlı ülkesi içersinde para değerinin devamlı olarak düşmesi gibi nedenler Ahiliğin çözülüşünü etkilemiştir. Üretim organizasyonu ile ilgili geleneksel kuralların çiğnenmesi, varlığı bu kurallara dayanan Ahi birliklerinin fonksiyonlarını kaybederek çözülmesine sebep olmaktadır. Ahi ahlakıyla, ne de bu bu ahlaka bağlı olarak geliştirilen geleneksel üretim organizasyonu ile uzaktan yakından hiçbir ilişkisi yoktur. Bu kıymet alçalışı içinde Meşrutiyete kadar İstanbul'da , özellikle "peştamalcılar" esnafı arasında yaşatılmaya çalışılan Ahi geleneği Meşrutiyetten sonra bütünüyle kaybolmaktadır. Cumhuriyetten sonra çıkarılan tekke ve zaviyeleri yasaklayan kanun ise bu birliklerin son kalıntılarını da silip süpürmüştür
|
|
|
|